31 Mayıs 2012 Perşembe

TEK YÖN

Tek Yön alışılmadık girdaplarla dolu bir metindir. Sayfaların değil paragrafların üzerine eğilmek gerekir ama öyle bir yoğunlaşma gerekir ki zorluklar kaçımılmazdır,kimi yerlerde salt, koyu anlatım ağır ağır akarken satırlar ağırlaşır. Diğer taraftan hep böyle sürüp gitmez; metnin bazı yerlerinde ise Walter Benjamin düzlüklere platolara çıkarak okuyucuyu rahatlatır. Benjamin'in bunu mantıklı bir şekilde yaptığını düşünmüyorum .Bu rahatlatma işi okuyucu için değilde yazar için gerekli  bence ve daha önemlisi oluşturulan metnin gevşemesi için kaçınılmaz bir şey... Belki de biçemin gerektirdiği ve sadece ustaya ait bir virtüözlük gösterisi...
Şimdi kitaptan bir alıntı yapmak istiyorum ; rahatlama noktaları daha iyi anlaşılacak ama yine de şaşırtıcı bir imgeyle noktalanarak bitmeden edemiyor bu küçücük rahatlatma da ...

'Sabahleyin erkenden otomobille Marsilya'yı geçerek trene gidiyordum; yolda bildiğim yerler, sonra da yeni, bilmediğim veya pek bulanıkça hatırlayabildiğim yerler karşıma çıktıkça, şehir ellerimde tuttuğm bir kitaba dönüştü;tavanarasındaki bir sandığa girip, kimbilir bir daha nice zaman için gözümden kaybolmadan önce ,alelacele bir bakış fırlattığım bir kitaba.'

30 Mayıs 2012 Çarşamba

ARt ALaN

Şehir kendisini insan sayesinde oluşturur. Her yeni mimari bir diğerine göz dağı verircesine yükseldiğinde bir öncekinin hakkına saldırıp onu iç ediyor gibi gelir insana, ama sonra bu durum kanıksanır ve yeni silüet artık kabul edilen bir hal alır; bina tüm hacmiyle bilinçaltına da temel atmış demektir. Ya da ona sızmış... Çevremizde ister beğenelim ister beğenmeyelim bütün yapılar için bu kural geçerlidir. Kent boyunca yaptığımız yolculukların bir çoğunda kötü bulduğumuz çoğu şey kendisini öyle dayatır ki ,ister istemez bu yığını artık benliğimizde düşünmediğimiz bir art alana atarız. Evet, kötü olan estetikten nasibini almamış şekilde var olmaya devam eder  bunu dile de getiririz ama koca hacimli beton yığın bundan sonra orada yükseleceğini bizim de onun altında yaşamaya devam etmemizin bir zorunluluk olduğunu haykırır... Toplu konut evleri akıl almaz büyüklükteki plazalar ve gökdelenler ,kutu pencereli sağlam görünüşlü yapılar ve yeşil alanların yamandığı avlularıyla alışveriş merkezleri yeni şehrin dokusunda milyonlarca karıncadan birisi olduğumuzu duyumsatır bize, her modern yapı altında küçük hissederiz kendimizi ve bunun bir ihtişam göstergesi olduğunu düşünürüz bir yandan. En tepesinde olmayı, manzarayı ve gittikçe kemirilen şehrin silüetini bir de oradan seyretmeyi dileriz. Hep bu ikilik; keskin bir nefret duygusu ama diğer taraftan nefret nesnesinin tepesinde olmayı isteme arzusu insanın mimarlıkla ilgili açmazında mevcuttur. Hep çirkin bulur ama çirkin bulduğu şeyleri yaratır, inşa eder, büyük paralar vererek satın alır. İğrenç bulur ama kendi yaşam alanını o iğrençliği oluşturarak yaratır...

29 Mayıs 2012 Salı

RHINOCEROS

Gergedan imgesi ne zaman edebiyat ve yaratı alanıyla ilişkiye girdi diye düşünmeye başladığımızda 16. yüzyıla kadar gitmek gerekir. Albrecht Dürer in 1515 tarihli gravürü ilk akla gelen... Ama gergedan her yönüyle ulusların sanatında yer almış, örneğin İsadan önce 11. yüzyılda dahi Çin sanatında örneklerine rastlamak mümkün. Şüphesiz Afrika kıtasında, Sudan'dan Rodezya' ya Namibya ve Sahra Çölüne dek yayılır gergedan'ın zırhlı gövdesi ve ona ait eşyalar...Hindistan'da kutsal sayılır ve fille mücadelesi efsaneleşir,Afrika'da, Asya'da gergedan boynuzu tozu afrodiziyak sayılır...
Dürer gravüründe çizdiği hayvanın aslını hiç görmemişti bu nedenle ona Dürer gergedanı demek yanlış olmaz. Ve daha önemlisi sanatının hayal dünyasından çıktığı için tam anlamışya gerçeküstü niteliklerle donatılmış bir gergedandır bu...Derisi zırhlıdır,ayakları inanılmaz güçlü görünmekte ve sırtına da mitolojik havvanlarda rastlanabilecek bir boynuz eklenmiştir. Tüm bu acayipliklere rağmen Dürer'in gravürüne bakan birisi onun gerçek olmadığına dair bir duyguya kolay kolay kapılmaz. Bu ekstra aksesuarlarla donatılmış hayvanın gerçek bir gergedan olduğuna detaylara dalmadan kendimizi inandırırız. Zaten genelde de böyle olmuş Dürer'in gravürü gergedan figürü olarak okullarda yüzyıllarca kullanılmıştır.
Odamdaki kitap yığını arasında elime uzun yıllar önce edindiğim Argos Dergisinin Gergedanname eki geçince saydfalarını bir kez daha çevirdim. Enis Batur'un önsözünün ardından görsel anlamda doyurucu bir gergedan figürü şöleni okuyucuya sunulmuş. Gergedanın sanatla olan ilişkisinde bedeninin anormal güzelliği önemli bir rol oynasa gerek...Bir imgenin tüm tuhaflığına ama bir o kadar çarpıcılığına sahip gergedan aynı zamanda dinginliğin, yavaşlığın ve sağlam duruşun da eşsiz bir sembolüdür. Seyreden kişiye dört ayaklı ham bir fantezi sunar gergedan...
T.Sarı

28 Mayıs 2012 Pazartesi

YAVAŞ OKUMA I.


Okumanın hızlısı hep kafamızın bir köşesinde durur. Daha çok metin okumayı hep hızla birleştirmeye meyilliyizdir. Haksızda sayılmayız, aslında her taraftan yazılı bir şeyler gözlerimizin önünde akıp durur. Ama en çok kitapları büyük bir iştahla tüketmenin kolay yollarını araştırırız. Hızlı okuma teknikleri gerçek bir metin öğütücüsü yaratmak için görüşümüzü , beynimizi terbiye eder. Saatler içerisinde koca sayfaların tozunu atarken , aklımızda neyin kaldığına bakarız. Hızlı okuma adeta yazıyı büyük resmi görmek için okumak demektir ve tamamen sayfanın parıldayan öğelerine cümlelerin en can alıcı olanlarına odaklaşır. Zaman lehimize işler, görev tamamlanır bilgi ya da duygusal , entellektüel tatmin gerçekleşir.
Peki hızlı okuma esanasında yazının görememiş olduğumuz detayları var mıdır ? Belki de onlar bir metnin inşa eden en önemli unsurlar olarak vurgulanması gereken daha da ileri gitmek gerekirse üzerinde meditasyon yapmamız gereken şeyler değller midir?. İşte yavaş okuma bunu hedefler. Zevk almak için okuma işi kasıtlı olarak yavaşlatılır. Zira keyif zamanla ilintili bir şeydir ve daima hoşa giden şeyleri uzun vakitlere yayılarak deneyimlemek isteriz. İşte Yavaşlık hareketi yeni ayaklarının üzerinde durmaya çalışan bir çıkış  ve en büyük uygulamasını okumanın üzerinde yoğunlaştırıyor. Köklerini nörofizyoloji ve psikolojiden alarak kendi karşı yorumlayışını aceleci hız düşkünü okuyucuya bir alternatif olarak sunmaya çalışıyor. Hızlı okumanın dayatılan bir yaşamın uzantısı olması belkide yavaş okumayı reaksiyoner bir yere koyuyor ama tarayarak okuma teknikleri,hızla geçiştirilen satırlar, atlanılan detaylar bizden çoğu zaman yazarın yaratmaya çalıştığı kendine has sesi ve biçemi de uzaklaştırıyor. Herşeyi en damıtılmış anlama doğru iteleyen okuma özellikle çoğulcu ve detaylara saygı gösteren metinlere karşı yabancılaşmaya neden olmakta.  Metnin çoğul anlam içeren karmaşık bir yapı sergilediği durumlarda yavaş okuma bize çıkış yolları sunuyor. Tıpkı ağır bir yemeği yavaş yavaş sindirerek yemek gibi...Tıpkı bir uzmanın dediği gibi 'Hep yavaş yememiz önerilir o halde neden hızlı okuyalım?'