15 Aralık 2013 Pazar

MİnDer

Kemal Tahir'e ait herşey neden merak uyandırıyor bilemiyorum. Belki de hem fiziksel anlamda hem de kendi içinde mahpus kalmış yazarlardan birisi de ondan. Hastanenin karşısında tablada kitap satan bir seyyar satıcıdan aldım bu kitabı. Aslında seyyar satıcı denemez bu insanlara seyyar kitapçı daha uygun. Gereksiz de bir sürü kitap ve plak vardı ama bir şey bulacağımı daha elli metre öteden anladım. Arabanın en köşesinde duruyordu. Diğer kitapları yana iterek bazılarının yerini değiştirerek ona ulaştım. Durumu temiz sayılır. Beş lira. Hiç fena değil.
İçeriğinde Kamel Tahir'in karısına yazdığı mektuplar var. 
Yıllar 1933-1938..

'Üzgünüm, beni bağışlamanı dilerim.
Yıllardır kendime sakladığım mektuplarını bugün sahiplerine, seni yetiştiren halkımıza geri veriyorum'' diyor yazarın karısı.
Bir mektup size ulşatığında iki seçeneğiniz vardır. Birincisi onları okuyup saklamak ikincisi atmak. Peki bir mail geldiğinde ne yaparsınız?
Çoğunlukla elle tutulan bir şey değil mailler o yüzden aslında olmayan şeyleri okuyoruz o nedenle çabucak siliyoruz bir çok gelen şeyi. Mailler okuyucuya mektuplar kadar sorumluluk yüklemiyor. Zaten modern zamanların en belirgin özelliği sorumluluklardan kaçmak ya bu anlamda yanlış bir şey yapmıyoruz. Unutmakla ilerlediğimiz için sorun yok. Unutalım ve psikiyatriye gerek kalmasın diyebilirsiniz. 
İnanın haklısınız. En büyük unutuşa kadar böylece gideceğiz.

''…sevgili karıcığım, bu yirminci mektubumuzun cevabıdır. Bunları birgün mutlaka sırasıyla neşretmeli imişiz, diyor Nazım,''

Nazım iyi düşünmüş . Neşretmeli birikeni. Peki hangi düzlemde? Tabiki kitap olarak. Sizin zamanlarınız ne kadar naifti Nazım Bey.Yayıncılar yayıncı işkenceciler harbi işkenceci, polisler harbi polis …Üstelik bakın mektuplar  neşredilmiş Ekim 1979'da ve elimdeki kitabı o yıldan bu yana ilk kez benim okuduğumdan adım gibi eminim. 
Evet Türkiye'de çok kaliteli kağıt ,kapak, cilt kullanılmıyor belki ama aslında dünyanın en yeni kitapları bizdedir.






Hocam onları okuyan vardır bunca tez bunca araştırmacı diyeceksiniz? Haklısınız, peki bunca araştırmacı bunca akademisyenlerin yazdıklarını okuyan var mı? Hocam onları da okuyan var kötümserlik gösterme, diye devam edeceksiniz…O da doğru belki de vardır. 
Şahsen ben pek okumuyorum... 
İçimdeki araştırmacı yazara karşı istesizliğin nedeni nedir bilemiyorum. Hocam o zaman siz bir psikoloğa görünseniz… Evet görüneceğim ama kültürel açmazlarımla ilgili bana doğru yolu gösterecek beni yazınsal ve okumayla ilgili nevrozlarımdan kurtarabilecek bir uzman tanıyor musunuz?

Hakikaten şimdi bunu yazınca düşündüm de sırf kültürel buhrana girmişlerle ilgili bir psikiyatrik tedavi merkezi olabilir mi acaba? Bir çeşit Sanatoryum…Kimlik bunalımı bence sanıldığı gibi davranışsal bir sorun değil tamamen kültürel bir açmaz. Ama psikologlar kısa yoldan işi halletmeye çalışıyorlar.
Modern kısalıklar ,modern kes yapıştırlar, kolaylık …Hepsi insanı hasta eder...

Son olarak...
Bizde deliliğini açığa vurmayanlar da bazen bir dinginlik hali görülür. Bu çeşit deliler borderline'dırlar yani bir anlamda sınırboyu bekçisi gibidirler...

Usta bunu iyi çözmüş. İnci gibi parlatmış bir mektubun köşesinde...

''Köşe minderleri vardır. Hani büyükannelerimizle dedelerimizin bağdaş kurup oturdukları dört köşe, yuvarlak köşe minderleri.
İşte hudutlar,bunlara benzer.'' K.Tahir