26 Şubat 2013 Salı

Mavi OKtAv Defterleri

Kafka şöyle diyor;Cennetten kovulduk, ama cennet yok edilmedi. Cennet'ten kovuluş bir bakıma iyi şanstır, çünkü eğer kovulmamış olsaydık, cennetin yok edilmesi gerekecekti.
 Öyle anlaşlıyor ki Tanrı cenneti insanoğlu için gözden çıkarmaya kıyamamıştır. Sürgün ediliş ve ilk günah bir bakıma  geride bırakılan toprağın yok oluşunu önledi...
Kafka devam ediyor; Neredeyse İlk Günah olayı sonuçlanana kadar Cennet bahçesi'nin insanoğluyla birlikte lanetlenme olasılığı sürdü. Yalnızca insanoğlu lanetlendi, Cennet Bahçesi bunun dışında bırakıldı.
'Bigi Ağacı'nın meyvesini yediği gün, Tanrı Adem'in öleceğini söyledi. Tanrıya göre Bilgi Ağacının meyvesini yemenin kesin sonucu ölüm olmalıydı, yılana göre (en azından böyle de anlaşılabilir) bu Tanrı gibi olmak demekti. Her ikisi de benzer nedenlerle yanlıştır. İnsanlar ölmedi ama ölümlü oldu. Tanrı gibi olamadılar, ama öyle olabilmenin elzem yeteneğini elde ettiler. Her ikisi de aynı zamanda  doğruydu. Ölen insanın kendisi değil, ama cennetteki insandır. Tanrının kendisi olamamış ama Tanrısallığın bilgisine ulaşmıştır.''
................
.......................
...............................
Son olarak şu soru cümlesini tüm bağlamından kopararak Paul Ricoeur'den seçeyim;

Peki bu kurucu model, en azından gücül olarak, nasıl anlatısallığa dönüştürülecektir?

17 Şubat 2013 Pazar

Le Livre de POcHe


En çok kapaklarındaki resimlerin canlılığına vurulurdum...Çizimler rengarenk olurdu ve romanın ve yazarın nilekilerini ,verdiği mesajları özetleyen sahnelerle bezenirdi. bu resimleri kimlerin yaptığını ta o yıllarda Fransızlar bile kitaplarına yazmıyorlardı. Nasıl olsa bir miktar ucuz , kolay taşınabilen kitaplardı hepsi ama bütün kallavi yazarların eserlerini çıkarıyordu Gallimard. En çok da bu cep kitapları serisi yer ediyor insanın aklında. Ucuz olduklarından Türkiye'ye oldukça bol geldiler.
Arka kapaklarında hem zariflik hem de pratiklik gözetilerek bu kitapların hazırlandığı yazar.
Hepsi Texte İntegral'dir yani tam metindir.
Henri Fillipachi tarafından 1950'lerde başlatılan projeyi bir çok yayınevi takip etti. Ben en çok Gallimard'ın çıkardığı kitaplara düşkünüm. 
Flammarion kitabevinin J'ai Lu serisi kapak tasarımı açısından biraz daha gençliğe yönelik şekerimsi bu açıdan beni çekmiyor. 
Yine aynı şekilde Gallimard'ın ilerleyen yıllarda çıkan Folio serisi kitapları ise bazen birer sanat eserine dönüşen kitap kapaklarıyla dolu.
Bu kitaplar hala cep kitabı konseptiyle milyonlarca satılıyor...Özellikle Fransa'da , internet çağında!...


5 Şubat 2013 Salı

Dipteki başka şey...

Yazmanın insanı rahatlattığı düşüncesi bence yanlış bir tespit. Biraz olumlama içeriyor. Yazmak olsa olsa inorganik bir şey olabilir gibi geliyor. Gerginlik, içe bakış ve sonuç olarak baş ağrısı... Yazmasaydım delirirdim diyenleri ise yazardan sayabilir miyiz. Keşke delirdiğinde yazsaydın demek geliyor okuyucunun içinden, delirmeden önce değil. Yazmak yaşamaktır diyenler ise bu işi öyle bir polyannacılıkla karıştırıyor olmalılar ki , gene bence , yazmak aslında kendini öldürmek... İyi bir yazar ölmüş bile olabilir. Bir çeşit entellektüel zombilere dönen yazarlar gerçek ruhlarını çoğu zaman kağıda döküyorlar. Yaşadıkları nedir ki? Çok mu örnek insanlar Çok mu mutlular? Karlı puslu bir günde Boğaziçi Köprüsünden atlayan bir yazarın yazmak yaşamaktır diyeceğini sanmıyorum.
Suni aydınlanmacı kültür yapımız yazarı baş köşeye koyuyor yazma eylemini de ululuyor adeta. Herkesi yazmaya , olur olmaz şeyler üretmeye itiyor bu tatlısuculuk. 
Oysa yazar denen kişi çoğunlukla örnek insan değil, çoğu zaman da boktan şeylerle dolduruyor sayfaları...
Yazı da rahatlatmaz...Cenderedir...