3 Ocak 2013 Perşembe

BoZA

Anneannem oturduğu sedirin üzerinde arada bir kaykılır ve anlattığı konuyu keserek şunu der 'Bak bu söylediklerim laf olarak gelir sana ama hepsi yaşandı çocuğum...'
Laf olarak geçen şeyin gönderme yaptıkları yaşama dairdir, anneannem tam olarak bunu demek istiyor. 
Kısmen Derrida ile aynı noktada buluşuyorlar. Dili kullanırken asgari dikkat ve kesinliği gözden kaçırmadığımız takdirde, sözcüklerin anlamını başka insanlara nispeten sorunsuz biçimde aktarıyoruz .Anneannemin varoluş metafiziğine bu şekilde inanması ama bir yandan da onu sorgulaması Derrida'nın logosentirizm (söz-merkezcilik) dediği şeyle ilintili.
Bu söz merkezcilik Batı kültüründe egemen olan yanılsamalardan birisi...
Derrida'ya göre 'iletişim anında her zaman boşluklar ve gedikler doğar, dolayısıyla anlam hiçbir zaman tek bir anda tamamıyla mevcut değildir'.
 Anlam kaypaktır tıpkı yeni kaldırıma dışkılanmış ,sahibi tarafında temizlenmemiş kaygan bir köpek pisliğinin üzerine basmamız gibi ne kayıp düşeriz ne de artık iğrenmeden yürümemiz mümkündür.
Anneannemin sıkı bir Derridacı olmasının nedeni onu yapısökümsel bir sorunun temeline oturtan o kaygısıdır.Yani Ey dinleyici ! Ey aklı bir karış havada torun! Bir şeyler anlatıyorum ama bunlar tıpkı Derrida'nın dediği gibi anlam kaymasına uğruyor, yani bir lafa dönüşüyor ve gediklerle dolu gelebilir sana...Ama hepsini ben yaşadım...
Anneanemin post yapısalcı Fransız felsefesine yakın duruşunda çok akıllıca duyumsadığı bir ikirciklenme var. Anneannemin ikircikliği şu; Bütün söylemler konuşmalar argümentatif bütün tonlamalar aşırı ölçüde retoriğe ve dil oyunlarına bağlı. 
Aslında bunu anlatan da dinleyen de farkında!!...
Örneğin felsefe, edebiyattan daha güçlü bir gerçeklik bilgisine sahip değil , zira o da anlam denen köpek pisliğine basıp duruyor. Hatta bilimsel, sosyolojik tarihsel metinlerin bile bir retorik süslemesiyle okuyucuya sis bombası attığı söylenebilir.
Bu da bizi Feyerabend'den Rorty'e kadar götürüyor ama, anneannemin aynı zamanda sıkı bir Rorty'ci olduğunu iddia etmiyorum.
Benim söylemek istediğim kadim söylem tarzının aslında daima Derridacı bir şüpheyi taşıyor olması.
Metaforlara bulanan dil estetik bir yanılsama mıdır?
Anneannem hala dinleyicisini uyarmak gereği duyuyor...
Peki sözsel kaypaklığı bir kenara koyalım. Yazınsal olan daha mı güvenilirdir. İşte söyledik, bilimsel ve edebi metinler de zokayı yuttuverir adama. Konuşma/ Yazı ayrımında yazıya bir öncelik vermek hata olur. O da en az konuşma kadar kendisine KUŞKUYLA yaklaşmamız gereken bir fenomen...
Belki de bu gerçeği sıkı bir Derridacı olarak iyi bilen anneannem onun için hiç yazmadı... Şu meşhur differance'ın farkında belki de, yani ADLANDIRMANIN OLANAKSIZLIĞININ...
Ama Derrida yazı için bir hava deliği bırakmıştır. 
O da yazıyı yazı olarak yazıya taşımak. İşte bu müthiş bir şey. Nasıl denenir nasıl yapılır bilinmez. Sırf metin olan sırf beti olan bir şey. Dallanıp budaklanarak yatay ilerleyen ve lineer olmayan anlatı, ya da sadece parçacıklar....

***
Daima bir şişe bozayla giderim anneannemi ziyarete.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder