30 Mayıs 2013 Perşembe

FAiK...

Morötesi Requiem Ece Ayhan dünyasının ne kadar parçalı ve beyin kanamalı olduğunu gösteren eşsiz bir örnek... Bu fragmantal anlatı (pinçik pinçik) Türk yazınında fazla rastlanılır türden değildir. Her zaman eli yüzü düzgün kompozisyonlar yazmaya alıştırıldığımız ilkokuldan beri anlatı lineer ve aşamalı olmak zorundadır, allahtan İkinci Yeni  akımı bu durumu şiirde biraz olsun sarstı da biz artık 2+2'nin 4.5 etme olasılığını da görmüş olduk... Hatta gerçek hayatta hep 3.5 - 4.5 hattında gidip geldiğini... Bir kaç kişi çıkıp gramerimize ama en önemlisi Türk düşünce gramerine ışığın dümdüz değilde uzayda yamularak gittiğini gösterdi... Ece Ayhan hiç değişmeksizin bu öğretiye sadık kaldı bence, diğerleri biraz daha çeki düzen verdiler dizelerine ve yaşam tarzlarına. Belki de kıyısından girdikleri denizden tamamen çıktılar da E.Ayhan delicesine intihar noktasında açılıp gitti.
Morötesi Requiem çok sayfa bir metin değil ama nedense bende tekrar tekrar okuma isteği uyandırıyor . Nedenini çok sonra buldum; anlatı kırıntıları onlarca mesajla ilerler ve sinapslara çatallanan imgeler gönderir, yaşamın an'larında eğer onları bildik bütünlükten koparırsak çok fazla biricik kök doğar. Mikro köklerle ilerleyen bir anlatım kafamızın şimdilik basacağı bir şey değil. Deleuze ve Derrida bunun ancak maketini düşünebilmişlerdi. Bizim coğrafyamızda da çoğunlukla bilinç akımıyla karıştırılıyor.

Şimdi bir örnek kısım alacağım bu metinden, çok ilginç ve
insanın karnına güm diye inen cinsten...

******
'' Günlerden bir gece (herhalde 1942-43 Alman Harbi yıllarıdır, Türkiye savaşa girmemişti ama ışıldaklı, uydurma sığınaklı, etüv makineli. Mili Koruma Kanun'lu sıkıyönetimli, Yahudi dolu STRUMA gemisi'li, karaborsalı, karneli geceler) iyice sarışın patlak gözlü ve mor dudaklı Sait Faik ile sarışınla karaşın sınırında genç Cihat Burak'ı, onun mimar çıkması şerefine, Büyük Ziba'ya adeta sürüklenmiştir.
.... Cihat Burak, Güzel sanatlar Akademisi'nin Yüksek Mimarlık Bölümünü yeni bitirmiştir ve Ziba'ya ilk olarak inmektedir açıkçası. Hava da güzeldir: yaz. Küçük Ziba'da kapıların önünde , tel ızgaralarda ve ellerinde kısa mangal maşalarıyla uskumru kızartıyorlardır. Sait Faik, çakırkeyif oluşundan dolayı biraz öfkelidir. Düz ayak tek katlı bir evin tahta kapısını, ella çalmaz da ayaklarıyla tekmeler.
  Gün! Güm! Şiddet.
 
''Hayt! Seni gidi seni!''

Bir zaman sonra , doğrudan doğruya evin tek odasına açılan kapı aralanır ve aralıktan başına mor bir yazma bağlamış ve renginin sarardığı esmer renginden pek belli olmayan bir kadın belirir
Ve; ''hastayım'' der.  ''Şoparlarla döşekte yatıyorum. Ayıptır söylemesi, aybaşı olmuşum. Yok. A-annh. Şimdi olmaz!'' der.
Böyle bir cevaptan Sait Faik'in kaşları iyice çatılmıştır. Kadın numara yapıyor sanıyordur.

'' Höst! Hadi!''

Kadın, bürümcüğünün eteklerine yapışmış bir küçük kız çocuğuyladır.

''Valla abi, iki gözüm önüme aksın, hakikat konuşuyorum.''

Sait Faik'in başını iki yana sallamasından yine de inanmadığnı anlayınca , apış arasından kanlı bir bez çıkararak gösterir:

''Nah.''

******

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder