28 Haziran 2014 Cumartesi

yine BernHard

Bazı yazarların dönülesi bir yanları oluyor.  Kendinize ait bir evin bahçesindeki meyve ağaçlarını andırıyorlar. İstediğiniz zaman topluyorsunuz dalda ne varsa. Ben daha çok lineer anlatımı olmayan yazarları seviyorum. Kurguyu baş tacı etmemiş olanları. Kurgunun yazının düşmanı olduğunu düşündüm hep. İmlanın bir baş belası olduğunu gramer denen şeyin ise en güçlü hızar makinelerinden birisi olduğunu... Duru Türkçe, güzel bir şeydir ve inanın orada imla da yok gramer de. Sorun metnin artistik kaygılara düştüğü noktada başlıyor. 
Orada bir oyunun içine giriyoruz .Kurallar; imla ve gramer...
Alçak gönüllü, zaman sıralamasına çok dayanmayan, kopuk kopuk olan bütün metinlerin okunmaya değer olduğunu düşünüyorum. Sinema denen modern kiçlik kurgulu bir metnin verebileceğinin çok daha üstünü maalesef sağlamakta. Sinemaya daha öncede bir miktar posta koymuştum bunun nedeni bize hayatı göstermeyi 1965’ten sonra bırakıp, nasıl duygulanmamız ,sevmemiz ,öldürmemiz
 
gerektiğini dayattığı için. Yoksa görsel olanın gücünü inkar etmem. Kötü bir film sadece zamanınızı alır ama kötü bir metin sizi kusturur. Piyasa onbinlerce satan kusturucu kitaplarla dolu ama kötü bir film bu kadar uzun süre ayakta kalamaz. Dolayısıyla sinema piyasası edebiyat ortamından daha dürüst bir mekanizmaya sahip.
Her neyse lafı uzatmadan meyve veren ağacını talan ettiğimiz gerçekten kopuk bir yazardan bahsetmeli. Thomas Bernhard’dan. Ama çok fazla başka şeyden bahsettim, bende istek kalmadı şu an. Bir daha ki sefere.
Bu blogda böyle yarım bıraktığım bazı yazılar var.
Bir kurgu ,bir sonuç mu arıyorsunuz? Yanlış yer...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder