30 Mayıs 2012 Çarşamba

ARt ALaN

Şehir kendisini insan sayesinde oluşturur. Her yeni mimari bir diğerine göz dağı verircesine yükseldiğinde bir öncekinin hakkına saldırıp onu iç ediyor gibi gelir insana, ama sonra bu durum kanıksanır ve yeni silüet artık kabul edilen bir hal alır; bina tüm hacmiyle bilinçaltına da temel atmış demektir. Ya da ona sızmış... Çevremizde ister beğenelim ister beğenmeyelim bütün yapılar için bu kural geçerlidir. Kent boyunca yaptığımız yolculukların bir çoğunda kötü bulduğumuz çoğu şey kendisini öyle dayatır ki ,ister istemez bu yığını artık benliğimizde düşünmediğimiz bir art alana atarız. Evet, kötü olan estetikten nasibini almamış şekilde var olmaya devam eder  bunu dile de getiririz ama koca hacimli beton yığın bundan sonra orada yükseleceğini bizim de onun altında yaşamaya devam etmemizin bir zorunluluk olduğunu haykırır... Toplu konut evleri akıl almaz büyüklükteki plazalar ve gökdelenler ,kutu pencereli sağlam görünüşlü yapılar ve yeşil alanların yamandığı avlularıyla alışveriş merkezleri yeni şehrin dokusunda milyonlarca karıncadan birisi olduğumuzu duyumsatır bize, her modern yapı altında küçük hissederiz kendimizi ve bunun bir ihtişam göstergesi olduğunu düşünürüz bir yandan. En tepesinde olmayı, manzarayı ve gittikçe kemirilen şehrin silüetini bir de oradan seyretmeyi dileriz. Hep bu ikilik; keskin bir nefret duygusu ama diğer taraftan nefret nesnesinin tepesinde olmayı isteme arzusu insanın mimarlıkla ilgili açmazında mevcuttur. Hep çirkin bulur ama çirkin bulduğu şeyleri yaratır, inşa eder, büyük paralar vererek satın alır. İğrenç bulur ama kendi yaşam alanını o iğrençliği oluşturarak yaratır...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder