18 Mart 2013 Pazartesi

CivANIM 1.

Daha önce bir öykümü yayınlamış, adı 'L' harfiyle başlayan bir edebiyat dergimiz en son gönderdiğim bir parti öyküyü reddettiğini kibarca belirtmiş. Gerçi geceyarısına doğru gelen bir maildi ve büyük ihtimalle gönderdiklerim son yarım saat içinde bahsettikleri ''yayın kurulu'' tarafından değerlendirilmişti. Sabaha karşı öykü değerlendiren dergilerimizin olması çok iyi ve onca insanın uykularından feragat ederek bu işi yürütmeleri akıllara durgunluk verici bir şey...İnsanın gerçekten aklına durgunluk geliyor...
Ama yinede edebiyat ortamına biraz girdiyseniz bilirsiniz Türkiyedeki editörlük koca bir sessizliktir. Türkiyede edebiyat ortamında editör fantoma sessiziliğinde iş görür. Konuşmaz, unutur, taşınır, sokak değiştirir hele para alacağınız varsa kutsal bir hata yapıp çeviri yaptıysanız mesela tamamen dağların ardındadır.
Editörün sessizliğini tanımlamak için koca bir kitap yazmak gerekebilir. Ama özetleyecek olursak Bu sessizlik sizi üç şeye sürükler
1. Yazdıklarım değerlendiriliyor; 'Abi adam okuyor şüphesiz, hele bir dur...'
2. Yeteneksizim, yazdıklarım da berbat ki geri bile dönmedi...
3. Editör için dosyanızın değeri öğlen ısmarladığı acılı lahmacun paketindeki kağıttan daha değerli değildir.
Bu üç seneçeneğin hangisi olursa olsun eğer dosyanızı bir yer sunduysanız tek bir geri dönüş olur...%80 diyorum ben...SeSsizLik...
PEki editör neden sessizdir? 
Hemen cevap veriyorum...
Çünkü editör tek bir okuyucudur... Değerlendirmeleri de tek bir okurun değerlendirmesidir. Bir grup insana yazdıklarınızı beğendirmiyorsunuz sadece bir kişiye sunuyorsunuz onu. O da ağırdan alıyor, görmezden geliyor çünkü okumaya zorlnamış bir insan, para kaygısıyla okuyor sizin gibi okumuyor, trendleri göz önüna alıyor bu yüzden battıkça batıyor hatta size cevap vermeye utanıyor. Evet bakın utanan editörler gördüm ben ,yolunu değiştiren yapıtğının suçluluğu karşısında yaarı görüp ofisine daha uzak biryoldan gitmek zorunda kalanlar . 

Çünkü aslında en doğrusunu yapıyor editör. Susuyor...
Elvis Presley bir şarkısında  artık daha fazla bilmek istemiyorum diyor ya işte tam olarak durum bu. Ortada ne söylenmesi ne de duyulması gereken bir şey var... Durum ortada ve sesszilik çağımızın en büyük iletişimi olarak gene tahtına kuruluyor.
Peki şöyle dese editör kardeşim yazdıkların berbat bırak bu işi...
Vallahi billahi böylesine rastlamadım. En azından bırak bu işi diyenine. Bunu diyen editör benim için baltalı ilahtır. Dürüstlüğüyle parlar, erkekse erkek, kadınsa gerçekten kadın gibi kadındır :)
 Ama editörlerimizin bir çoğunda pedagojik formasyon inceliği vardır. Bırakın garibanı kırmayın hevesini diye düşünüyor olabilirler.. Susunuuzz...
Bukowski bir dönem editörlük yapmış ve o da gelen bazı şiirleri geri çevirme tekniği olarak hiç yazara geri dönmemeyi seçtiğini söylüyor. Eğer geri dönerse gereksiz tartışmalara girildiğini öne sürüyor, bence haklılık payı var. Kndisine gelen yüzlerce geri çevirme mektuplarını da sakladığını ve asla beni niye basmıyorsunuz diye editöre yüklenmediğini söylüyor. Yani bu işin Batıdaki gidişatında da kısmen benzer şeyler yaşanıyor.
Düşünsenize bir sürü red yiyen Joyce , Ulysess'in iyi bir kitap olduğun bir editöre nasıl kanıtlayabilirdi ki? Ben bile filolojide tamamını doğru dürüst okuyamadım, ürktüm....


*******

Şimdi geliyorum benim reddedilişime, yazının asıl mevzusuna...Yani aldığım mailin ilk kısmı olağandı. Yayın kurulunun ince eleği için fazla kalın kalmıştı yazdıklarım. Cevaben dönülüyordu...
Eyvallah dostum editör sessiz kalmadın ben bir şahsiyetim, yer kaplayan bir varlığım dediğin için selamlıyorum seni...

Ama gerçek olay mail'in altına düşülen ufak bir notla başlıyor...

Onu da bir daha ki yazıda anlatacağım zira Feneryolu'ndan Davutpaşa'ya 1.15 saatlik yola editör götürmüyor beni, yatmam gerek...

5 yorum:

  1. =) Yine de bir öyküyü yayımlatabilmek, eğer daha fazlası yoksa yani, çok büyük bir başarı tebrik ederim. Aynı zamanda baskı bunu da anlayabiliyorum. Bu arada bana bu işleri bırak diyen editör oldu. Bırakamadım elbette, hatta adamla tanıştım, çok da iyi biri. Bana yıllar önce böyle demiştin gibi bir şey de diyemedim. Kim bilir ben onun için hiçbir şey ifade etmiyorum, lahmacun kağıdı bile, ama ölsem unutmayacağım bi' mail aldım kendisinden. Sildim haliyle ama hafızamdan silmek (ne demekse bu) bi' hayli güç.

    YanıtlaSil
  2. bir heveskar olarak bir-iki dergiye göndermişliğim var, bu yüzden yazdıklarınız çok ama çok tanıdık :) Editörlerin de işi zor elbet, ama ben de bir cümleyle olsa dahi geri dönüş yapmalılar diyorum.Tomris Uyar'ın Gündökümü'nde yazdıkları geldi hemen aklıma...Ta o zamanlardan umutsuz Tomris Uyar dergi yayıncılığı konusunda, bence pek bir mantalite değişikliği de yok gibi :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Boşver Civanım, net çıktı editörlük bozuldu. "İlla kitap olacak, o sarı kağıtların üstünde basılı göreceğim cümlelerimi." diye şartlanman, hırsın, takıntın yoksa kendi kendinin editörü ol. Maksat okunmak değil mi? Okuyan buradan da okur.:)

      Sil
  3. Belli başlı yayınevleri şüphesiz daha ciddi yaklaşıyorlar. Onlara diyecek bir laf yok. Can, iletişim vs...
    Basılı kitabın maalesef son 5-6 yılını yaşıyoruz bence, ardından bütün metinler tırnak içinde bir özgürlük yaşayacaklar...

    YanıtlaSil
  4. Selam Zefir. Bloundan yeni haberdar oldum, N.Narda aracılığıyla.

    Serzenişini, sitemini anlıyor olmakla birlikte, şöyle de ufak bir eleştiride bulunmak istiyorum: Bloglarımız niçin var? Bu kadar blog, bu kadar blog yazarı/blogcu niçin var?

    Nüfusu 75 milyonu bulan memlekette edebiyat dergisi diyebileceğin dergilerin sayıcı kaç ki? Varlık'ı, kitap-lık'ı bir yana koy, ömrü 20 yılı bulan kaç dergi var? Şimdi, bu adamlara Allah bilir ayda kaç öykü, kaç şiir gidiyordur. Hatta roman. Eleştirilerinde haklı olduğun yerler var ama bu adamcağızları da düşünmek lazım bence. Tabii, ciddi edebiyat dergilerinden bahsediyorum. Dergi ciddi değilse, otomatik olarak editörü, şusu busu da ciddi olmayacaktır.

    Bloglarımız dedim, internetin bize sunduğu nimetlerden biri olarak, bizim kendi dergilerimiz değil mi? Hem sahibi, hem genel yayın yönetmeni, hem "yayın kurulu", hem cartı, hem curtu biz değil miyiz? Benim anladığım kadarıyla blog işini ciddi tutuyorsanız; ne yazdığınız hiç önemli değil, istediğiniz kadar basit yazın, "sizin kafanızdan insanlar" sizi takip ediyorlar, okuyorlar. Ha, yüz bin kişinin okumasını elbette beklemeyeceksiniz ama bu ülkede insanların ne kadar okuduğu zaten ortada. Koskoca Varlık Dergisi'ni kaç kişi okuyor, değil mi? Yıllarını bu işlere vermiş Semih Gümüş bu konuda sürekli dert yanmıyor mu?

    Blog alemi olabildiğince büyüktür. İçinde çoluk çocuk işleri de çoktur, saçmasapan şeyler de. Beş para etmez bloglar da vardır, bir boka yaramayanlar da. Ancak son derece ciddi, son derece kapsamlı, dolu dolu, lezzetli bloglar da vardır. Evet, kalite her zaman daha azdır, bu doğanın bir kanunu, kaliteli bloglar da maalesef fazla değildir ama yine de tatmin edici sayıdadır, görebildiğim kadarıyla.

    Edebiyatla ilgilenen insanlar da internette gayet güzel şeyler kotarabilirler. Dedim ya, mesele okunmaksa zaten basılı dergiler de çok okunmuyor. E, geriye ne kalıyor? Okuyucuya ulaşmak. Bunu da internet bize fazlasıyla sağlıyor. Söylemekte yarar var, zaman da önemli bir etmen, her şey hemencecik oluvermiyor.

    (Bu arada, bu yorumu CivAnım 2'yi henüz okumadan yazdığımı da belirteyim. Birazdan okurum onu da.)

    Şimdi, bu kadar sayıp döktüm, beni uzman muzman sanmayasın ha. :) Sevgilerimle...

    YanıtlaSil