Keith Jenkins’in Tarihi Yeniden
Düşünme isimli kitabını okurken bir
anda sayfalarda dilbilimle ilgili konulara dalındığına şahit oluyorsunuz ki
bizde hiç rastlanmayan bir şeydir… Tarih bizdeki kadar filolojiden kopmuş bir
halde olamaz… Neyse bu konu için ayrı bir blog açıp yaz babam yaz yapmak gerek
ama kim uğraşacak? Kim kime dum duma lafını çok severim… Kim kime dum duma bizi
tanımlayan en iyi sosyo kültürel motto’dur
bence... Neden uğraşayım böyle bir şeyle, sebep ne? J
Ama bir iki kelime etmeden geçemeyeceğim; mesela bizdeki bu tarih ve
filoloji ayrılığının----Osmanlıca
metni okumak için Osmanlıca bilmek gerektiği gibi dar klişe tarih-dil yakınlaşması artık mideye
sancı veriyor. Tarihe filolojik yaklaşım derken bunu kastetmiyorum şüphesiz.
Osmanlıca bilmek teknik bir sorun, Osmanlı düşünsel sentaksını anlamak sırf bu
bilgiyle imkansız---nedenleri
üzerine düşündükçe belki şu özetleyici sonuca varılabilir; Tarihçi olmak için
bizde tarihi çok sevmek gerekiyor. O kadar sevin ki sıka sıka öldürün onu.
Metinsel mumyalamanın ardından hiçbir sızıntıya izin vermeden sadece tarih
yapın. Diğer disiplinlerden örneğin
edebiyat ,felsefe, dilbilim yararlanın ama onları köleniz haline getirip
somurup güdükleştirmek için…Salt ,ağır abi tarihçilerinin olduğu bir gelenek
yaratın. Vesaire vesaire…
Şimdi bu yazımda anlatmak istediğim şeye geniş bir viraj aldıktan sonra geri
döneyim; Keith Jenkins kitabında George Steiner’den alıntı yapıyor aynen şöyle;
Batı tarihinde sayısı çok az olan
gerçek devrimlerden birini sözcük ile dünya arasındaki kopma oluşturur. Gül
sözcüğünde ne kök, ne yaprak ne de diken vardır. Pembe, kırmızı ya da sarı da
değildir. Koku da vermez. Kendi başına [per se] tamamen keyfi, boş bir işarettir. Bu
sözcüğün sesbilimsel öğelerinde, kökenbilim tarihinde ya da dilbilgisel
işlevlerinde, beylik bir biçimde göndermede bulunduğuna inandığımız ya da
tahayyül ettiğimiz nesneye karşılık gelecek hiçbir şey bulunmamaktadır.
Bu alıntının ardından Jenkins şunu ekliyor; Avrupalıların, yaklaşık iki yüz
yıl önce hakikatin her zaman yaratıldığını, asla bulunmadığını anladıklarını
söyleyen Amerikalı pragmatist Richard Rorty de bu kopmanın altını çizmektedir.
Yani sözcükler ile dünya arasında
bir kayma vardır. Hakikat ve anlam bütün inkar edilemezliğiyle ortada olmasına
rağmen hala bu şeyleri tasavvur edebilmemiz için onlarla bağlantısı olmayan
sözcüklere ihtiyaç duyuyoruz.
Jenkins ilerleyen sayfalarda Tarihle ilgili çıkarımlarına devam ediyotr.Daha sonraki yazılarda buna döneceğim.
Şimdi gerçekte bu yazıda anlatmak istediğim şeye geleyim J
Sözcüklerin anlamlar ve şeylerle olan rastlantısallıklarını belki de en iyi kullanan edebi tür şiir.
Kelimelerin hatta cümlelerin belli bir düzen içersinde olmadan buluşmalarında
bile güzel bir yan olduğunu ancak şiir bize hissettirebiliyor.
Yanda görünen resim Raymond Queneau’nun Yüz
bin Milyar Şiir kitabına ait. Queneau’nun
temelde yaptığı şey on tane soneyi her bir dizesini ayrı ayrı keserek okuyucuya
sunması… Her bir dize diğer sonelerdeki dizelerle uyum içerisinde ve milyarları
bulan bir kombinasyonla birleşebiliyor. Yaklaşık on üzeri on dört şiir
oluşturabiliyor okur… Tabi bunun için 200.000.000 yıl gerekiyor eğer 24 saat
okumaya devam etse bile…
Burada
çarpıcı
olan şey dilin aslında gelişigüzel bir kombinasyonda bile anlama karşılık gelebileceği. Şiir düzleminde
kelimeler gerçek ortamlarından ayrılarak ilk orijinal hallerinden koparılsalar
dahi diğer bileşenlerle kafiye yada içsel ses şartlarını yerine
getirdiklerinde uyum içersinde anlam
oluşturmamıza ya da estetik tat almamıza neden olabiliyorlar.
İddialı cümleler anormal şartlarda kullanılmalarına
rağmen bizi büyülemeye devam ediyor.
Tüm İktidarlar bu gücü farkında . Anlamları istenildiğinde çıkarıp başka yere takan bir dil aparatı sayesinde
bıkkın benliklerimizi akıntıda sürüklüyorlar…
Herşey bir miktar estetik meselesi.
İşte bir şeyi güzel bulmanın getirdiği tehlike bu noktada başlıyor.
T.SArı
keyifle okudum, eline sağlık :)
YanıtlaSilyüz bin milyar şiir'i yayınlasalar keşke :)
Çok ilginç, farklı ve şaşırtıcı bir yazı olmuş. Vay canına! :)
YanıtlaSilZefir benden başka yorum yapanlarda var,ne iş :))
YanıtlaSilKim kime dum duma evet bizim motto bu olsa gerek.Akla da Behiç Ak geldi,bu isimle köşesi vardı Cumhuriyet'te.Yanılmış olabilirim tabii :)
Sonra murat bardakçı'ya küfredesim geldi :) tarih sömürü derkene..işte öyle.. :)
Sağolun dostlar, eksik olmayın...Queneau'nun kitabını Türkçeye çevirmek müthiş olurdu. Bir yayınevim olsaydı bu işe girerdim...Esasen Queneau çocuklar için ilginç olabileceğini söylüyor bu kitabın. Hazır çocuk edebiyatı tam gaz giderken birileri bu işe girse çocuklara şiiri sevdirse , masalın dışında da şeyler olduğunu onlara hissettirse...
YanıtlaSilBardakçı hakkında yorum yapamıyorum. Lisede bir tarih hocamız vardı mübarek sanki her yüzyılda her olayın yanıbaşında yaşamış gibi anlatırdı ben de bu nasıl olur bu kadar emin nsaıl konuşulabilir diye merak eder dururdum... ;)