15 Eylül 2012 Cumartesi

kim kime?


Keith Jenkins’in Tarihi Yeniden Düşünme  isimli kitabını okurken bir anda sayfalarda dilbilimle ilgili konulara dalındığına şahit oluyorsunuz ki bizde hiç rastlanmayan bir şeydir… Tarih bizdeki kadar filolojiden kopmuş bir halde olamaz… Neyse bu konu için ayrı bir blog açıp yaz babam yaz yapmak gerek ama kim uğraşacak? Kim kime dum duma lafını çok severim… Kim kime dum duma bizi tanımlayan en iyi sosyo kültürel motto’dur bence... Neden uğraşayım böyle bir şeyle, sebep ne? J

Ama bir iki kelime etmeden geçemeyeceğim; mesela bizdeki bu tarih ve filoloji ayrılığının----Osmanlıca metni okumak için Osmanlıca bilmek gerektiği gibi  dar klişe tarih-dil yakınlaşması artık mideye sancı veriyor. Tarihe filolojik yaklaşım derken bunu kastetmiyorum şüphesiz. Osmanlıca bilmek teknik bir sorun, Osmanlı düşünsel sentaksını anlamak sırf bu bilgiyle imkansız---nedenleri üzerine düşündükçe belki şu özetleyici sonuca varılabilir; Tarihçi olmak için bizde tarihi çok sevmek gerekiyor. O kadar sevin ki sıka sıka öldürün onu. Metinsel mumyalamanın ardından hiçbir sızıntıya izin vermeden sadece tarih yapın. Diğer disiplinlerden  örneğin edebiyat ,felsefe, dilbilim yararlanın ama onları köleniz haline getirip somurup güdükleştirmek için…Salt ,ağır abi tarihçilerinin olduğu bir gelenek yaratın. Vesaire vesaire…

Şimdi bu yazımda anlatmak istediğim şeye geniş bir viraj aldıktan sonra geri döneyim; Keith Jenkins kitabında George Steiner’den alıntı yapıyor aynen şöyle;

Batı tarihinde sayısı çok az olan gerçek devrimlerden birini sözcük ile dünya arasındaki kopma oluşturur. Gül sözcüğünde ne kök, ne yaprak ne de diken vardır. Pembe, kırmızı ya da sarı da değildir. Koku da vermez. Kendi başına  [per se] tamamen keyfi, boş bir işarettir. Bu sözcüğün sesbilimsel öğelerinde, kökenbilim tarihinde ya da dilbilgisel işlevlerinde, beylik bir biçimde göndermede bulunduğuna inandığımız ya da tahayyül ettiğimiz nesneye karşılık gelecek hiçbir şey bulunmamaktadır.

Bu alıntının ardından Jenkins şunu ekliyor; Avrupalıların, yaklaşık iki yüz yıl önce hakikatin her zaman yaratıldığını, asla bulunmadığını anladıklarını söyleyen Amerikalı pragmatist Richard Rorty de bu kopmanın altını çizmektedir.

Yani sözcükler ile dünya arasında bir kayma vardır. Hakikat ve anlam bütün inkar edilemezliğiyle ortada olmasına rağmen hala bu şeyleri tasavvur edebilmemiz için onlarla bağlantısı olmayan sözcüklere ihtiyaç duyuyoruz.

Jenkins ilerleyen sayfalarda Tarihle ilgili çıkarımlarına devam ediyotr.Daha  sonraki yazılarda buna döneceğim.

Şimdi gerçekte bu yazıda anlatmak istediğim şeye geleyim J

Sözcüklerin anlamlar ve şeylerle olan rastlantısallıklarını belki de en iyi kullanan edebi tür  şiir. Kelimelerin hatta cümlelerin belli bir düzen içersinde olmadan buluşmalarında bile güzel bir yan olduğunu ancak şiir bize hissettirebiliyor.

Yanda görünen resim Raymond Queneau’nun Yüz bin Milyar  Şiir kitabına ait. Queneau’nun temelde yaptığı şey on tane soneyi her bir dizesini ayrı ayrı keserek okuyucuya sunması… Her bir dize diğer sonelerdeki dizelerle uyum içerisinde ve milyarları bulan bir kombinasyonla birleşebiliyor. Yaklaşık on üzeri on dört şiir oluşturabiliyor okur… Tabi bunun için 200.000.000 yıl gerekiyor eğer 24 saat okumaya devam etse bile…

Burada çarpıcı olan şey dilin aslında gelişigüzel bir kombinasyonda bile anlama karşılık gelebileceği. Şiir düzleminde kelimeler gerçek ortamlarından ayrılarak ilk orijinal hallerinden koparılsalar dahi diğer bileşenlerle kafiye yada içsel ses şartlarını yerine getirdiklerinde  uyum içersinde anlam oluşturmamıza ya da estetik tat almamıza neden olabiliyorlar.
 İddialı cümleler  anormal şartlarda kullanılmalarına rağmen bizi  büyülemeye devam ediyor.

 Tüm  İktidarlar bu gücü farkında .   Anlamları istenildiğinde çıkarıp başka yere takan bir dil aparatı sayesinde bıkkın benliklerimizi  akıntıda sürüklüyorlar… Herşey bir miktar estetik meselesi.

İşte bir şeyi güzel bulmanın getirdiği tehlike bu noktada başlıyor.

T.SArı

4 yorum:

  1. keyifle okudum, eline sağlık :)
    yüz bin milyar şiir'i yayınlasalar keşke :)

    YanıtlaSil
  2. Çok ilginç, farklı ve şaşırtıcı bir yazı olmuş. Vay canına! :)

    YanıtlaSil
  3. Zefir benden başka yorum yapanlarda var,ne iş :))
    Kim kime dum duma evet bizim motto bu olsa gerek.Akla da Behiç Ak geldi,bu isimle köşesi vardı Cumhuriyet'te.Yanılmış olabilirim tabii :)
    Sonra murat bardakçı'ya küfredesim geldi :) tarih sömürü derkene..işte öyle.. :)

    YanıtlaSil
  4. Sağolun dostlar, eksik olmayın...Queneau'nun kitabını Türkçeye çevirmek müthiş olurdu. Bir yayınevim olsaydı bu işe girerdim...Esasen Queneau çocuklar için ilginç olabileceğini söylüyor bu kitabın. Hazır çocuk edebiyatı tam gaz giderken birileri bu işe girse çocuklara şiiri sevdirse , masalın dışında da şeyler olduğunu onlara hissettirse...
    Bardakçı hakkında yorum yapamıyorum. Lisede bir tarih hocamız vardı mübarek sanki her yüzyılda her olayın yanıbaşında yaşamış gibi anlatırdı ben de bu nasıl olur bu kadar emin nsaıl konuşulabilir diye merak eder dururdum... ;)

    YanıtlaSil