Bir kurgusal metinde kaç zaman vardır?... Örneğin bir
romanın içersinde ilerliyorsunuz ve anlatı öyle zaman katmanlarında ilerliyor
ki gerçekte neler olup bittiğini düşünürken zamandan kopuyorsunuz. Ama bir an
geliyor kim hangi düzlemde ilerliyor diye merak da ediyorsunuz…
O halde mesela bir öykünün içerisinde kaç zaman düzlemi
olduğunu bir düşünelim…
1. Anlatıcının
zamanı; Burada yazarın –eğer kendi sesini kullanıyorsa- bulunduğu zaman aralığını düşünmemiz
gerekecek. Bütün birinci tekil şahıs anlatımlar kurguyla parallel ilerler.
Geçmiş zamanı ya da hikayesi vb… Yazarın bulunduğu zamanın en estetik olanı
bence geçmiş deneyimini anlattığı birinci tekil şahıslar… Yazar yazarken
şimdiki zamanı yaşıyor ama olay geçmişte geçiyor... Bütün fiiller de öyle. Paul
Ricouer buna söylem anının şimdiki zamanı diyor. Bunun yaşanılan zamanla bağlantısız
olmadığını iddia ediyor ki bu da ilginç bir tespit. Yani bütün metinler
gerçekte şimdiki zaman, elinizde geçmiş zamana ait hiçbir metin tutamazsınız. O
halde geçmiş zaman yok mu yani diyebilirsiniz… Öyle görünüyor ki ses çıkaran
vokal veren her şey- bir metin vokaldir de aynı zamanda- şimdiki zamanda
seslenir, mesela çalan 30 yıllık plak bile öyle. Şüphesiz bu ayrı bir tartışma
konusu onun için fazla dağıtmayalım…
2. İkinci
zaman kurguya ait olan has zaman… Eğer post modern hikayeciklerle
bezenmiş bir roman okumuyorsanız bu zaman da bir sorun yok. Herşey yerli
yerinde, ne bileyim, Reşat Nuri’nin Dudaktan
Kalbe’sini okuyorsanız burada bütün meselenin 1900-1920 aralığında olup
bittiğini hissedersiniz. Kurgu da zamanı inceleyenlerden Günther Müller’in
güzel bir tanımı var ‘Her anlatma edimi, anlatı değil de yaşam süreci olan
herhangi bir şeyin anlatılmasıdır.’ Yani aslında kurgusal zaman daima
isabetlidir daima mutlak olan bir şeyin olma anından bahseder…
3. Hiç bir
yere kaçış yok bir de sizin zamanınız var. Eserin
bıraktığı etki üzerinden ileriye doğru sürülen bir iz… Kurguyla birlikte dalıp
gittiğiniz bir zaman. Sizin metinle olan ilişkiniz sonucu beliriyor ve çoğu zaman
fantezi hayret ve düşlem sonucunda o zmanın içerisinde yer alıyorsunuz. Örneğin
Mahmut Yesari’nin Çulluk adlı
eserinin girişinde bir gölde yapılan av sahnesi vardır. Diyelim ki bir ava
çıkmayı planladınız ve tam bu romandaki gibi bir köylü rehber aradınız ve romanın
izleğinden adeta okuduğunuzu tekrar yaşatmak istediniz ve yaşadınız da.
İşte bu en ilginç olan zaman,
zira metinle girdiğinizi etkileşimin ardından romanın kurgusal mekânsal zamanından
çaldınız kendi zamanınıza katıştırdınız. Bu melez zaman içerisinde var oluşunuz
geçmiş okuma ediminizden aldığınız zevkin en uç noktasına karşılık gelir, çünkü
somutlaşır…
Onun için bazı kitaplar gerçekten
çok tehlikelidir, sürekli ve etkili şekilde hadi bunu yap derler…
Tanju SARı
metindeki zaman atlamaları ustalıkla kullanılmadığında saçma sapan bir hal alıyor. bir yazarın(!) söyleşisine gitmiştik, buna dair şöyle bir şey anlattı: "romanımda sıkça geri dönüşler var geçmişe." kahramanlar gemi ile giderken, eskiden çıktıkları bir tekne seyahatini hatırlıyorlar sanırım. "bir gemi, bir tekne, bir gemi, bir tekne... kafamız karıştı, anlamadık; dedi okuyanlar. bizde okuyucular böyle işte, anlamıyorlar bir şey. seviye düşük. ikinci romanımı daha basit yazdım, liselilerin anlayacağı dille anlattım, yine kimse bir şey anlamamış." ha işte burada yazar dönüp ben nasıl yaptım bu geçişleri diye düşünse okuyucuları suçlayacağına... :)
YanıtlaSilZannedersem bazı yazarlar yazdıkları metnin okuyucu tarafından bir film gibi açık seçik seyredildiğini falan zannediyorlar...oysa bir metin okumak zor bir şey her an yoğunlaşmayı zorlaştıran bir sürü durumla karşılaşıyor okuyucular, bu açıdan dediğiniz gibi topu okura atmaktansa bir şeyler yanlış gitmiş diye düşünmek gerekiyor...
YanıtlaSil