Okuma zevkinin kaybolduğu bir
dönemde yaşıyoruz… Kitapları geçin gazeteler bile insanı başka şeylere, başka
uğraşlara itiyor. Bir gazeteyi elinize alsanız hızla sayfalarını çevirip
okuyabildiğinizi görüyor, şaşırıyorsunuz. Köşe yazıları hep aynı şeyi söylüyor,
kamplaşmanın taraftarlığı nedeniyle farklı düşünmek hakkı aydın kişilerin elinden
alınmış gibi. Şaşırtan vay be dediğinii
bir tane yazı okuyamazsınız!… Köşe yazarları baştan beri söylediklerine öyle
sadık yazıyorlar ki yazının düşünceyle gelişen oynak zekasından bihaberler…Şüphesiz
onlar da değişime göre pozisyon alıyorlar, hatta bu değişimi izlemek ilginç
oluyor ama daha sonra izlediğiniz kaypaklıkta sizi sıkıyor…İnsan taraf
değiştirebilir hatta gemisini yürüten kaptan olabilir ama bunun da bir estetiği
olmalı, üstelik yazı Derridavari bir tanımlamayla daima oynak zeminlerde
ilerler ve usta bir yazar için takım
değiştirmek çocuk oyuncağı olsa gerek, tam bir stilistik işi!…Olaylar çok yoğun
olduğu için oluyor bütün bunlar belki de. Dinginlik olmayınca gerçeklik
duygusunu yitiriyoruz hectic-telaşlı
bir cemaate dönüşüyor medya ve kültür (artık ikisini kesinlikle birbirinden
ayırmıyorum) ve bu cemaatten dışarı çıkamıyoruz…
‘Gerçekliğin yaşadığı günlerde haber güzel bir şeydi. Gerçeğin egemen
olduğu günlerde bilim güzel bir şeydi. Nesnenin egemen olduğu dönemlerde
nesnellik çok güzel bir şeydi. Özne varken yabancılaşma güzel bir şeydi .’ J.
Baudrillard, Çaresiz Stratejiler
Peki gerçeklik nerede? Veri hızı
arttıkça gerçeklik yok oluyor… Çünkü acımak hak vermek düşünmek yaratmak hep
zaman isteyen şeyler eğer hakkıyla yapmak isterseniz.
Ama diğer taraftan değişmeyen bir
yüz de var sürekli direniyor, böyle gelmiş böyle gidere getiriyor hızla akıp
giden dünyayı… Mesela gene gazetelere bakalım… Gazetelerde verilen eklerde
yıllardır değişmeyen bir şey var…Magazin eklerindeki mantık hiç değişmez,
sürekli bir çift görüntüsü el ele ya da birbirini tanımaz gibi birisi iki adım
önde kışsa lokanta çıkışı yazsa plaj kenarı mayolu…Resim altları elli keklime
civarında. Mesela sentaks olarak cümlenin sonları yoktur, bir bitmiş edimden de
bahsetmezler hatta yazı fotoğrafın linçine uğramıştır. Aynı şey spor sayfaları
içinde geçerlidir orada gene fotoğraf yazıya tecavüz eder hatta takım renkleri
neon ışıkları gibi yanar harfler yok olur, renk kalır. Spor köşe yazarlarının
mutlaka yüz resimleri vardır. Basılı her yayında bir vesikalık fotoğraf görme
alışkanlığımız elzemdir... Bir yüz olmalı yazının başucunda mutlaka sırıtan bir
surat kelini gösteren bir adam…
Aşağı yukarı kitap ekleri de aynı
kalibreden ilerliyor yıllardır. Aynı şablonla, aynı yüzle çıkıyorlar biz
kitapseverlerin karşısına, ve ne hikmetse alışkanlıktan alıyoruz, yüzde sekseni
ısmarlama olan yazıları okumayı seviyoruz. Kitap endüstrisi de anasınnı gözü
açıkçası o da tuttuğunu isterse silkeleyip atıyor isterse gözümüzün içine
sokuyor. Kitap eklerinde yıllardır bütün romancılarımız iyi yazıyor, neredeyse
Joyce’dan parıltılar taşıyorlar, şairlerimizin her biri Mayakovski… Bu arada
yükselen çocuk edebiyatımız kesin sağlıklı bir nesil yetiştirecek…
Bu akış içerisinde farklı
bireylikler var şüphesiz onlara selam olsun ama bir Samsun yağmurunda selin
akışına karşı yol kenarındaki elektrik lambasına tutunmuş satıcı çocuk gibiler,
altlarında koca bir su akıyor… Bu arada kitap eki demişken bu Perşembe çıkan
bir gazetenin eki gerçekten kilo vermiş sıskalaşmıştı. Herhalde yaz ayı
olmasında dolayı. Gittikçe incelen eklerin ne vakit sıfır bedene ineceğini bu
yaz takip ediyordum ki bence görebileceğimiz en son seviye bu… Demek ki Ağustos
sonunda Sartre’ın Bulantısındaki karakter gibi deniz kıyısında bir çakıl taşı bulacağız
ve altını çevirip baktığımızda bir iç sıkıntısı, bir buhran içimizi dolduracak…
Calvino üzerine notlar okuyordum bugün. "Yavaşlığın, aceleciliğindeyim" demiş yazı hızı için. Metnin içindeki hızın en büyük düşmanı ilan edilen yazardan güzel bir cümle. Hadi gazetelerin tektipçi hal-i pür meali malum. Hatta şart bile diyebiliriz ama yayınevleri? İhsan Oktay ki reklamdan koşturmacadan, masaüstlerinden uzak kalan büyük yazar; ona bile reva görülen bir bezirgânlıkla tanıtılmıyor mu son kitabı? Önce kapak tasarımı ve arka kapak yazısı, sonra bir kuple ve bugün bingo! Dağıtım tahrinin öne çekildiği müjdesi ile ilk bölümü yayıldı bir anda sosyal medyada. Yayınevi ki eylülde dağıtılacak kitabın programını mümkün mü paldır küldür bu kadar yakın atrihe çekmeleri. İyi de, neden? Hadi herkese tamam ama İhsan Oktay? Ne gerek... Onun için, gazetelerin yüzü şeytana, yaşasın internet. Yayınevleri de kendileri çalıp oynasın, ben bildiğimi okurum, demeli.
YanıtlaSilYayıncıya not: kelime doğrulamayı kaldırırsanız sevinirim.:))
Kitaplar son gaz bir otobanda koşturuyorlar ....Bu nedenle iyi olanları kötü olanlarıyla birlikte sanki tüketilmiş ve de gerçek kritiği yapılmış gibi bir kenara fırlatılıyor. Bir de farketmişsinizdir belki eskisinden daha çok yazmaya yönlendiriliyor iyi kalemler, herhalde kitabevlerinin baskısıyla, kitap üstüne kitap, nerdeyse bir sene dolmadan bir yenisi geliyor...,böyle olunca da anlam ve kurgu daha sığ bir hal alıyor, demlenmemiş metinler dolaşıyor piyasada...
YanıtlaSilÇok güzel bir yazı olmuş, ellerinize sağlık. "Veri hızı arttıkça gerçeklik yok oluyor" sözü bana Huxley'in Cesur Yeni Dünyasını hatırlattı. Bilgiye o kadar boğuluyoruz ki, gerçekleri görmekten uzaklaşıyoruz.
YanıtlaSilTeşekkürler...Huxley'in hep haklı çıkması ne kötü değil mi?
YanıtlaSil