24 Ağustos 2012 Cuma

OkuMA Sıkıntısı


Okuma zevkinin kaybolduğu bir dönemde yaşıyoruz… Kitapları geçin gazeteler bile insanı başka şeylere, başka uğraşlara itiyor. Bir gazeteyi elinize alsanız hızla sayfalarını çevirip okuyabildiğinizi görüyor, şaşırıyorsunuz. Köşe yazıları hep aynı şeyi söylüyor, kamplaşmanın taraftarlığı nedeniyle farklı düşünmek hakkı aydın kişilerin elinden alınmış gibi. Şaşırtan  vay be dediğinii bir tane yazı okuyamazsınız!… Köşe yazarları baştan beri söylediklerine öyle sadık yazıyorlar ki yazının düşünceyle gelişen oynak zekasından bihaberler…Şüphesiz onlar da değişime göre pozisyon alıyorlar, hatta bu değişimi izlemek ilginç oluyor ama daha sonra izlediğiniz kaypaklıkta sizi sıkıyor…İnsan taraf değiştirebilir hatta gemisini yürüten kaptan olabilir ama bunun da bir estetiği olmalı, üstelik yazı Derridavari bir tanımlamayla daima oynak zeminlerde ilerler ve  usta bir yazar için takım değiştirmek çocuk oyuncağı olsa gerek, tam bir stilistik işi!…Olaylar çok yoğun olduğu için oluyor bütün bunlar belki de. Dinginlik olmayınca gerçeklik duygusunu yitiriyoruz hectic-telaşlı bir cemaate dönüşüyor medya ve kültür (artık ikisini kesinlikle birbirinden ayırmıyorum) ve bu cemaatten dışarı çıkamıyoruz…

Gerçekliğin yaşadığı günlerde haber güzel bir şeydi. Gerçeğin egemen olduğu günlerde bilim güzel bir şeydi. Nesnenin egemen olduğu dönemlerde nesnellik çok güzel bir şeydi. Özne varken yabancılaşma güzel bir şeydi .’ J. Baudrillard, Çaresiz Stratejiler

Peki gerçeklik nerede? Veri hızı arttıkça gerçeklik yok oluyor… Çünkü acımak hak vermek düşünmek yaratmak hep zaman isteyen şeyler eğer hakkıyla yapmak isterseniz.

Ama diğer taraftan değişmeyen bir yüz de var sürekli direniyor, böyle gelmiş böyle gidere getiriyor hızla akıp giden dünyayı… Mesela gene gazetelere bakalım… Gazetelerde verilen eklerde yıllardır değişmeyen bir şey var…Magazin eklerindeki mantık hiç değişmez, sürekli bir çift görüntüsü el ele ya da birbirini tanımaz gibi birisi iki adım önde kışsa lokanta çıkışı yazsa plaj kenarı mayolu…Resim altları elli keklime civarında. Mesela sentaks olarak cümlenin sonları yoktur, bir bitmiş edimden de bahsetmezler hatta yazı fotoğrafın linçine uğramıştır. Aynı şey spor sayfaları içinde geçerlidir orada gene fotoğraf yazıya tecavüz eder hatta takım renkleri neon ışıkları gibi yanar harfler yok olur, renk kalır. Spor köşe yazarlarının mutlaka yüz resimleri vardır. Basılı her yayında bir vesikalık fotoğraf görme alışkanlığımız elzemdir... Bir yüz olmalı yazının başucunda mutlaka sırıtan bir surat kelini gösteren bir adam…

Aşağı yukarı kitap ekleri de aynı kalibreden ilerliyor yıllardır. Aynı şablonla, aynı yüzle çıkıyorlar biz kitapseverlerin karşısına, ve ne hikmetse alışkanlıktan alıyoruz, yüzde sekseni ısmarlama olan yazıları okumayı seviyoruz. Kitap endüstrisi de anasınnı gözü açıkçası o da tuttuğunu isterse silkeleyip atıyor isterse gözümüzün içine sokuyor. Kitap eklerinde yıllardır bütün romancılarımız iyi yazıyor, neredeyse Joyce’dan parıltılar taşıyorlar, şairlerimizin her biri Mayakovski… Bu arada yükselen çocuk edebiyatımız kesin sağlıklı bir nesil yetiştirecek…

Bu akış içerisinde farklı bireylikler var şüphesiz onlara selam olsun ama bir Samsun yağmurunda selin akışına karşı yol kenarındaki elektrik lambasına tutunmuş satıcı çocuk gibiler, altlarında koca bir su akıyor… Bu arada kitap eki demişken bu Perşembe çıkan bir gazetenin eki gerçekten kilo vermiş sıskalaşmıştı. Herhalde yaz ayı olmasında dolayı. Gittikçe incelen eklerin ne vakit sıfır bedene ineceğini bu yaz takip ediyordum ki bence görebileceğimiz en son seviye bu… Demek ki Ağustos sonunda Sartre’ın Bulantısındaki karakter gibi deniz kıyısında bir çakıl taşı bulacağız ve altını çevirip baktığımızda bir iç sıkıntısı, bir buhran içimizi dolduracak…

4 yorum:

  1. Calvino üzerine notlar okuyordum bugün. "Yavaşlığın, aceleciliğindeyim" demiş yazı hızı için. Metnin içindeki hızın en büyük düşmanı ilan edilen yazardan güzel bir cümle. Hadi gazetelerin tektipçi hal-i pür meali malum. Hatta şart bile diyebiliriz ama yayınevleri? İhsan Oktay ki reklamdan koşturmacadan, masaüstlerinden uzak kalan büyük yazar; ona bile reva görülen bir bezirgânlıkla tanıtılmıyor mu son kitabı? Önce kapak tasarımı ve arka kapak yazısı, sonra bir kuple ve bugün bingo! Dağıtım tahrinin öne çekildiği müjdesi ile ilk bölümü yayıldı bir anda sosyal medyada. Yayınevi ki eylülde dağıtılacak kitabın programını mümkün mü paldır küldür bu kadar yakın atrihe çekmeleri. İyi de, neden? Hadi herkese tamam ama İhsan Oktay? Ne gerek... Onun için, gazetelerin yüzü şeytana, yaşasın internet. Yayınevleri de kendileri çalıp oynasın, ben bildiğimi okurum, demeli.
    Yayıncıya not: kelime doğrulamayı kaldırırsanız sevinirim.:))

    YanıtlaSil
  2. Kitaplar son gaz bir otobanda koşturuyorlar ....Bu nedenle iyi olanları kötü olanlarıyla birlikte sanki tüketilmiş ve de gerçek kritiği yapılmış gibi bir kenara fırlatılıyor. Bir de farketmişsinizdir belki eskisinden daha çok yazmaya yönlendiriliyor iyi kalemler, herhalde kitabevlerinin baskısıyla, kitap üstüne kitap, nerdeyse bir sene dolmadan bir yenisi geliyor...,böyle olunca da anlam ve kurgu daha sığ bir hal alıyor, demlenmemiş metinler dolaşıyor piyasada...

    YanıtlaSil
  3. Çok güzel bir yazı olmuş, ellerinize sağlık. "Veri hızı arttıkça gerçeklik yok oluyor" sözü bana Huxley'in Cesur Yeni Dünyasını hatırlattı. Bilgiye o kadar boğuluyoruz ki, gerçekleri görmekten uzaklaşıyoruz.

    YanıtlaSil
  4. Teşekkürler...Huxley'in hep haklı çıkması ne kötü değil mi?

    YanıtlaSil