10 Haziran 2012 Pazar

OKUMANIN HALLERİ



Kimi felsefeciler okuyucularını dolaysız sorgulamak isterler kimileri de sadece provoke etmeyi tercih eder. Dolayısıyla hem sorgulayan hem de okuyucudan bir anlamda cevap bekleyen bir düşünce mekanizmasını gerektirir felsefe. Okuduğumuz metne ve felsefeciye göre bu durum değişir şüphesiz… Örneğin hangi metinde’ Aslında ben böyle diyorum ama siz bana bakmayın’ diyen bir ton yakalarsanız inanın orada kesinlikle bir kışkırtma vardır, durum gerçekte tam tersidir. İster felsefe yazını olsun ister edebi yazılar her şey daima üç  ayak üzerinden ilerler; Anlatan, Dinleyen ve Dil. Yazar, metni oluşturan bu üç şey üzerinde önceliği belirleme hakkına sahiptir. Bazen dil hem anlatanı aşar hem de dinleyeni. Ağır bir anlamlar bütünü analitik yorum bekler , bazen ise anlatıcı dili bir kenara bırakır sınırsızca şakır durur hatta dinleyen bile çok uzaklara düşer.  Kimi yazarlar ya da düşünürler ise sadece okuyucu üzerine oynarlar, biraz çekilirler kenara...

Özellikle okuyucuya oynayan felsefecilerin başında hiç şüphesiz Nietzsche gelir. Son dönem düşünürlerden Derrida’da aynı yöntemi ustaca kullanır. Önce problem olabildiğince radikal ortaya konur ardından yazar kendini geleneksel felsefi düşünceden ayırmak için mesafeli durur ve okuyucu ortaya konan yargı ya da sorunla baş başa bırakır. Bu tarz yazı,  metni sorduğu sorunun derinliğiyle adeta somut bir hale sokar. Okuyucu karşısındaki metnin bir akış noktası olmaktan çıkıp, durup cevap bekleyen bir kaynağa dönüştüğüne tanıklık eder. Arada okuyucuyla beraber felsefi sorunun zemininde yürüyüşe çıkan felsefeciler de vardır. Örneğin Meditasyonlar’ da Descartes okuyucuya çoğu sorgulamada yer verir, sanki yalnız kalmak istemez. Plato ’ya kadar uzanan bir yöntemle bazen de okuyucu manipüle edilir. Öyle labirentlerde dolaştırılır ki işin içinden çıkmak ustalık gerektirir.

Ancak şunu da unutmamak gerekir felsefe gibi karmaşık bir alanda katılımcı okumanın da sınırları vardır. Çoğu felsefe metni zaten bunu kısıtlar ve kendi otoritesini dayatır. Bu yüzden düşünürü izleyen okuyucular metnin ardından yorum yaparlar onu geliştirmeye başlarlar. Bu çömezlik durumu aydınlanma düşünürlerinin eseridir. Birçoğumuz örneğin Kant’ın bir metnine katkı yapmaktan geri dururuz. Metnin kutsallığını adeta kabul ederiz ancak onun ardından taşlar dizmeye çalışırız. Belkide seçtiğimiz düşünür inandığımız felsefe ikonu kendi karakterimizi de ele vermektedir. Bazılarımız sürüklenmek ister bazılarımız da bizi sürükleyen akıntının dümeninde bir miktar pay sahibi olmayı diler.

S.Gümüştay

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder