Kimi felsefeciler okuyucularını dolaysız sorgulamak
isterler kimileri de sadece provoke etmeyi tercih eder. Dolayısıyla hem
sorgulayan hem de okuyucudan bir anlamda cevap bekleyen bir düşünce mekanizmasını
gerektirir felsefe. Okuduğumuz metne
ve felsefeciye göre bu durum
değişir şüphesiz… Örneğin hangi
metinde’ Aslında ben böyle diyorum ama
siz bana bakmayın’ diyen bir ton yakalarsanız inanın orada kesinlikle bir
kışkırtma vardır, durum gerçekte tam tersidir. İster felsefe yazını olsun ister edebi yazılar her şey daima üç ayak
üzerinden ilerler; Anlatan, Dinleyen ve
Dil. Yazar, metni oluşturan bu üç şey üzerinde önceliği belirleme hakkına
sahiptir. Bazen dil hem anlatanı aşar hem de dinleyeni. Ağır bir anlamlar bütünü analitik
yorum bekler , bazen ise anlatıcı dili bir kenara bırakır sınırsızca şakır durur
hatta dinleyen bile çok uzaklara düşer. Kimi yazarlar ya da düşünürler ise sadece okuyucu üzerine oynarlar, biraz
çekilirler kenara...
Özellikle okuyucuya oynayan felsefecilerin başında hiç şüphesiz
Nietzsche gelir. Son dönem düşünürlerden
Derrida’da aynı yöntemi ustaca kullanır. Önce problem olabildiğince radikal ortaya konur ardından yazar kendini geleneksel felsefi düşünceden ayırmak
için mesafeli durur ve okuyucu ortaya konan yargı ya da sorunla baş başa bırakır. Bu tarz
yazı, metni sorduğu sorunun derinliğiyle adeta
somut bir hale sokar. Okuyucu karşısındaki
metnin bir akış noktası olmaktan çıkıp, durup cevap bekleyen bir kaynağa dönüştüğüne tanıklık eder. Arada okuyucuyla beraber felsefi sorunun
zemininde yürüyüşe çıkan felsefeciler de vardır. Örneğin Meditasyonlar’ da Descartes okuyucuya çoğu sorgulamada yer verir, sanki yalnız kalmak istemez. Plato
’ya kadar uzanan bir yöntemle bazen de okuyucu manipüle edilir. Öyle
labirentlerde dolaştırılır ki işin içinden
çıkmak ustalık gerektirir.
Ancak şunu da
unutmamak gerekir felsefe gibi karmaşık bir alanda katılımcı okumanın da sınırları vardır. Çoğu felsefe metni zaten bunu kısıtlar ve kendi otoritesini
dayatır. Bu yüzden düşünürü izleyen okuyucular metnin ardından yorum yaparlar onu geliştirmeye başlarlar. Bu çömezlik durumu aydınlanma düşünürlerinin
eseridir. Birçoğumuz örneğin Kant’ın bir metnine katkı yapmaktan geri dururuz.
Metnin kutsallığını adeta
kabul ederiz ancak onun ardından taşlar dizmeye çalışırız. Belkide
seçtiğimiz düşünür inandığımız felsefe
ikonu kendi karakterimizi de ele vermektedir. Bazılarımız sürüklenmek ister bazılarımız
da bizi sürükleyen akıntının dümeninde bir miktar pay sahibi olmayı diler.
S.Gümüştay
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder